Mehmet ULUĞTÜRKAN/Refleks
Prof. Fisunoğlu, “Şirketlere, tarım kesimine ve günlük gelirle yaşayan 5,5 milyon kişiye acil para dağıtılmalı. Bu yapılmazsa ciddi sıkıntılar yaşarız. Bugün şirketlerden esirgenen kaynak, yarın iflas eden şirketlerin sahibi olacak bankalara aktarılır” dedi.
30 yılı geride bıraktığım ekonomi gazeteciliği sürecimde gelişmeleri tüm detaylarıyla değerlendirebilen, siyasetten uzak duruşu ve doğru çıkan tahminleriyle tanıdığım bir akademisyenle koronavirüsü konuştum. Türkiye’nin ünlü iktisatçıları arasında yer alan ve binlerce öğrenci yetiştiren Prof. Dr. Mahir Fisunoğlu, koronavirüs sürecinde dünya ve Türkiye ekonomisini nasıl değerlendiriyordu? Ona göre ekonomi yönetimi bu süreçte neler yapmalı, hangi önlemleri almalıydı? Ana hatlarıyla bu soruları yönelttiğim Prof. Fisunoğlu, çarpıcı tespitlerde bulundu ve ilginç öneriler sundu.
- İçerisinde bulunduğumuz günleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
2020 yılının Mart ayından itibaren ülkemizi etkilemeye başlayan ‘Yeni Koronovirüs / Covid19’, ‘pandemi’ kategorisine girdi. Şu anda bütün dünyayı kapsayan salgın, bugün itibariyle, yaklaşık bir milyon kişide tespit edildi ve 46 bin kişinin ölümüne yol açtı. Dünyanın tartışmasız bir numaralı konusu olan salgın sürüyor. Ne şekilde, ne zaman ve ne kadar can kaybı ile sona ereceği konusunda bir görüş birliği yok. Kesin aşısı ve ilacı olan bir hastalık değil. Şu anda tek yapılabilen; eve kapanmak, kimse ile temas etmemek ve ilan edilen hijyen koşullarına uymak.
- Tablo bu kadar vahimken dünyada topyekûn bir sokağa çıkma yasağı da yok.
Yayılmayı durdurmanın en etkili yollarından biri olan ‘sokağa çıkma yasağı’nı, yani olağanüstü hali birçok ülke doğrudan değil, ‘gönüllü evde kalma’ şeklinde uyguluyor. İktisadi yaşamın neredeyse tamamen duracağı, haftalarca süreceği, çalışanların ödemelerinin hükümetlere geçeceği ve güvenliğin sağlanması için güvenlik güçlerine ihtiyaç duyulacağı bu uygulamayı hemen hiçbir ülke tercih etmiyor. Sokağa çıkma yasağı, Çin’in Wuhan bölgesinde uygulandı, Hindistan uygulamaya çalışıyor ve ABD’de bazı bölgelerde uygulanıyor. Böyle bir karar, bütün ülkeler tarafından alınsa ve uygulansa, salgının yayılımı daha kısa sürede durdurulabilir.
- O zaman daha ne bekleniyor?
Sokağa çıkma yasağını uygulamayan ülkeler bir taraftan iktisadi faaliyetlerine devam ederken, diğer taraftan salgını daha uzun sürede durdurabilir. Sokağa çıkma yasağı uygulayan ülke ise salgını daha kısa zamanda, daha az maliyetli bir şekilde durdurabilir. Ancak her ülkede salgın sürdüğü için seyahat kısıtlamaları ve ticaretteki yavaşlama devam edecektir. Bu durumda, sokağa çıkma yasağı uygulayan ülke ‘zararlı’ duruma düşecektir. Ayrıca bütün ülkelerde sokağa çıkma yasağı uygulamasını sağlayacak merkezi bir otorite yok. Ne AB ne ABD ne de BM etkili otoriteler.
- Salgında tıbbi tartışmalarla birlikte sürecin yaratacağı iktisadi ve sosyal sorunlar da tartışılmaya başladı.
Evet. İktisadi yaşamın ne kadar durdurulabileceği, bu tartışmaların arkasındaki en önemli konu… İktisat tarihinde hükümetlerin ekonomileri bu şekilde ‘koma’ durumuna getirip daha sonra yavaş yavaş ‘uyandırma’ya başladıklarına dair bir örnek yoktur ve başarılı olursa modern kapitalizmin esnekliği ve koşullara uyumunun bir kanıtı olacak. Bazı AB ülkeleri ve Kanada, şirket kapanmaları ve iş kayıplarına karşı önlemlerini hemen duyurdular ve firma ve çalışanlarına güven verdiler. Bu ülkelerin açıkladıkları güvence programları AB için 2 trilyon doları aştı. Kanada 63 milyar dolar öneriyor, ABD 2 trilyon dolarlık bir bütçeyi uygulamaya koymaktadır.
- Bu saydıklarınız kaynağı, rezervi olan gelişmiş ülkeler. Bizim de içerisinde yer aldığımız ülkeler ne yapacak?
IMF, ihtiyacı olan ülkelere 1 trilyon dolar, AB Merkez Bankası da 750 milyar avro ile katkı sağlayacağını duyurdu. Federal Reserve ise anlaşması olan birkaç ülke ile Hong Kong, Singapur, Avustralya, Brezilya, Meksika, Güney Kore’ye ‘swap’ yapacağını duyurdu. Türkiye bu gruptaki ülkelerden değil. Hükümetler salgınla iktisadi kriz endişesi arasında sıkışıp kaldı. Bu kriz, daha önceki krizlerden farklılık gösteriyor. Bir önceki kriz, finansal kriz idi. Bu krizde ise uzun bir süre, talep yönü, dolayısıyla ithalat talebi zayıf kalacak ve muhtemelen ülkelerarası seyahatin sınırlanacağı bir dönemle karşı karşıyayız. Arz yönünde ve tedarik zincirleri yönünde de sorunların olacağı kaçınılmazdır.
- Dünyanın en büyük ekonomisine sahip ABD’nin Başkanı Trump da sokağa çıkma yasağına isteksiz duruyor. Bu sıkıntı çok büyük anlamında mı?
Evet. Bu kriz endişesinin yeni bir iktisadi durgunluğa yol açması bekleniyor. Uluslararası ticaret çok yavaşladı. Ocak-mart arasında Çin ekonomisi yavaşlamış, ancak AB ve ABD ekonomilerinde işler devam etmişti. Şimdi, tam tersi oluyor. Petrol fiyatlarının düşük seyretmesi, talep de düşük olduğu için petrol üreticisi ve ihracatçısı ülkelerin ithalat talebini de olumsuz yönde etkiliyor. Her şey yolunda gidip salgın önümüzdeki iki ay içinde durursa dünya yaklaşık 6 ay kaybetmiş olacak.
- Türkiye ekonomisi de salgına hazırlıksız hatta kötü verileriyle yakalandı, öyle değil mi?
Türkiye’nin durumu çok farklı… Türkiye Covid-19’a düşük bir büyüme hızı, 450 milyar dolar gibi yüksek bir dış borç yükü, 2020 yılında ‘döndürülmesi’ gereken 170 milyar dolar bir yük, çift haneli enflasyon ve yüksek işsizlik oranları ile yakalandı. Sadece kamunun değil, Hazine’den daha fazla borçlu olan özel sektörümüz var. Ağustos 2018’de başlayan durgunluğu, 2019 yılında artan ihracat ve turizm gelirleri ile dengelenmeye çalışıyorduk. Yeni durumla 2020 yılının ihracat ve turizm gelirleri olumsuz etkilenecek. Normal bir yıl olsa idi, İspanya, İtalya ve Yunanistan’ın durumu Türkiye’ye turist gönderen AB ülkeleri için bir avantaj olabilirdi. Ancak bu durum, bu yıl için geçerli olamayacak. Rusya Federasyonu ve diğer bölgelerden gelecek turistlerle, koşullar iyi olsa bile kötü bir dönem geçireceğimiz aşikâr. Turistik bölgelerdeki yerli halkın tarım ve diğer faaliyetleri olması bir avantaj iken, sadece turizme bağlı olarak yaşayan kesim için bu yıl zor geçecektir. Aynı konu ihracat için de geçerlidir. Ülkelerin bu durumu nasıl aşacaklarına dair bir ümit ışığının yanması için en az nisan sonunu beklemek gerekiyor.
- Peki, Türkiye, bu süreçte ne yapabilir?
Söylediğim gibi Türkiye, Covid-19’a olumsuz bir ortamda yakalandı. Açıklanan 100 milyar liralık yardım, ağırlıklı olarak vergi ve kredi öteleme içeren bir program. Ötelenen vergilerin bir kısmına konu olacak gelirler hiç kazanılamayabilir. Dört aylık bir gelir vergi tevkifatı ve sigorta prim maliyeti şu şekilde hesaplanabilir: 2019 yılında gelir vergisi tevkifatı 100 milyar lira kadar idi. Mart-Haziran 2020 arasını devlet üstlense idi yaklaşık 35 milyar lira olurdu. 2020 yılı sigorta primi toplamı 330 milyar lira olarak hesaplanmıştır. Mart-haziran ayları için 110 milyar liradır. Bu iki kalem 145 milyar lira yapar. Bu gösterge, işsizlik arttıkça alınamayacak bazı vergi ve sigorta primini kapsamaktadır. Türkiye’nin yurtdışından finansal fon alması neredeyse imkânsız… Salgın süresince ABD dolarına talep artıyor. Aksine, yılbaşından mart ortasına kadar, yabancılar 7,5 milyar ABD dolarını hisse senedi ve hazine bonosu satıp ülkelerine götürdü.
- Türkiye, 3 hafta sıkı bir sokağa çıkma yasağı uygulasa, bu ekonomide geri dönülemez sonuçları mı doğurur?
Türkiye için 3 haftalık sokağa çıkma yasağının gelir kaybı 60 milyar dolara yaklaşır. Bu kaybı göze alabilir miyiz? Pandemi kısa sürerse diyelim ki hazirana kadar ‘zarar’ daha az olabilir. Uzarsa hükümetin firmalara ve kişilere ‘para’ vermesi gerekebilir. Aksi takdirde iflas eden şirketler bankaların üzerine kalır. Şimdi şirketlerden esirgenen kaynaklar, o zaman bankalara verilmek durumunda olacak. 1929 Krizi sırasında iflas eden çiftçilerin çiftliklerinin ticari bankalara kalması gibi yani… Bankaların bu işletmeleri ne yapabilir ki? Yapılması gereken, üretim yapan ve istihdam kapasitesi olan firmaların desteklenmesi olmalı. Bu firmaların objektif kıstaslarla seçilmesi, güven verici bir adım olacak. Bu yolla istihdamın ve dolayısı ile hane halkının bir kısmı da korunmuş olacak.
- Önerilerinizi somutlaştırırsak…
Tarım kesimi şu an ekim dikim hazırlığında ve desteklenmesi gereken önemli bir kesimdir. Özellikle küçük çiftçilerin hem krediye ulaşmaları hem mazot-gübre-tohum/fide girdilerine ulaşmalarında, acil olarak büyükşehir belediyesi bölgesinde, belediyelerle tarım kredi kooperatifleri ve il/ilçe tarım müdürlüklerinin işbirliğine gidilmeli. Çiftçilerimizin zor koşullarda bile bu ülkeyi aç bırakmadıklarını unutmayalım. Tarımın durmasına izin vermek felaket olur.
- Öncelik tarım kesimi diyorsunuz ama zor durumda olan başka kesimler de var.
Türkiye’de ‘günlük gelirle’ yaşayan 5,5 milyon kişi olduğu sanılmaktadır. Bu insanlar sokak satıcıları ya da birkaç kişinin çalıştığı aile işletmeleridir. Bu insanlara ulaşılması gerekmektedir. Muhalefet partilerinin ‘herkese yardım’ konusu dikkate alınmak durumundadır. Ancak bu imkân olmadığına göre, faturalardaki vergi yükü ertelenip fatura yükü azaltılmalıdır. Bu kişilerle yoksullara yardım için Türkiye bu konudaki tecrübeleri kullanmak durumundadır. Sosyal yardım fonları, Kızılay’ın yanında belediyeler de yardım programı içinde yer almalıdır.
- Hangi kesimi konuşsak sonuç kaynaksızlığa geliyor. Başka çareler yok mu?
Kaynak yaratmak için kısa zamanda bir vergi reformu yapılamaz. ABD Merkez Bankası ile ‘swap’ işlemi yapılamaz. Yüksek rezervi olan bir ülke de olmadığımıza göre, Merkez Bankası kaynaklarına başvurmadan önce hükümet, bankalarda şahıslara ait 120 milyar ABD doları hesabını, İşsizlik Fonu’nu, Özel Emeklilik Fonu’nda biriken kaynakları kullanmayı düşünebilir mi? Belirttiğim kaynakların bazıları hükümete ait değilse de her ikisinde toplam 240 milyar lira olduğu tahmin ediliyor. Toplumda gerekli uzlaşma sağlanarak bu kaynakların bir kısmı acil olarak firmalar için kullanılabilir. Bu varlıkların ve DASK’ın önemli kısmı hazine tahvillerine bağlıdır. Hazine bunları Merkez Bankası’na göstererek nakit alabilir. Varlık Fonu hakkında fazla bilgimiz yok. Covid-19 maliyetini karşılamak için maaş ve diğer ödemelerde belirli oranlarda, geçici ve zorunlu kesinti yapmayı düşünebilir mi? Sanayi, ticaret ve ziraat odalarının ve TOBB’un birikmiş kaynaklarının olmaması mümkün mü? Merkez Bankası kaynaklarını kullanmak, yani Hazine’nin Merkez Bankası’ndan borçlanması bir çözümdür; ancak paranın dövize kaymasını önleyici önlemleri gerektirir. Merkez Bankası net rezervlerinin düşük olması, tasarrufların düşüklüğü diğer olumsuzluklar. Bu dönemde ve böyle bir tabloda parasal genişleme ‘dünyanın sonu’ değildir. Ayrıca IMF’nin 1 trilyon dolarlık yardım paketi var ve yüzde 1 faizle veriyor, değerlendirilebilir. Bütçenin yeniden düzenlenmesi ve harcamaların yeniden tanımlanması düşünülmelidir.
- Gelişmekte olan ülkeler arasında koronavirüse en kötü tabloyla yakalanan ülkeler arasına girdik. Sırası değil demezseniz, büyümeyi sormak istiyorum.
Doğru, rezervleri yetersiz ve swap imkânları düşük olan Hindistan ve Arjantin ile birlikte Türkiye, en zor durumdaki ülkeler arasında. Bu krizde, Türkiye’nin 2020 milli gelir büyümesini yüzde 2’de tutabilirse başarı olur. Kötü senaryoda yüzde 1,5 negatif büyüme, yani küçülme hesaplıyoruz. Kriz, eğer haziran sonu yavaşlarsa, ‘iyi haber’ olarak, baskılanan iç tüketim harcamalarının artması beklenebilir. Zira diğer krizlerde, krizin bitmesi sonrası böyle olmuştu. Ancak ihracat ve turizmde beklentileri düşük tutmak durumundayız. Dünyanın 2020 büyüme hızı yüzde 3,5 olarak tahmin edilmişti; ancak krizle birlikte 1,5 - 2 puanlık bir düşme bekleniyor. AB ülkelerinin ve Ortadoğu ülkelerinin en fazla etkilenecek bölgeler olması, Türkiye’nin ihracat ve turizm potansiyelini de olumsuz etkileyecek.
- Virüsün ilk çıktığı ülke, yani Çin, ABD’yle yarışan bir ülke olarak değerlendiriliyordu. Şimdi kartlar nasıl dağılır?
Dünya, Çin’e bağlılık ve bağımlılığını yeniden düşünecek. Alternatif, Hindistan olabilir. Kesin bilgi olmamakla birlikte, Çin’in son günlerde düşük ve volatitilesi yüksek olan borsalardan yüksek miktarda hisse satın almış olabilir. Wall Street Journals, Çin’in yurtdışı hesaplarında ‘görülmeyen’ 200 milyar ABD dolarının ‘yükselen piyasalar’dan hisse alması olasılığından bahsediyordu. Kriz sonrası, birçok şirketin yeni sahibi, ortağı olarak Çin’i görebiliriz. Nihayet, krizin ‘faturasını’ ödemede, petrol zengini Ortadoğu ülkelerinden ‘kaynak aktarımı’ beklenebilir.
YORUMLAR