Ekonomi yazarlığım ve sivil toplum kuruluşlarındaki deneyimlerim çerçevesinde çok sayıda projenin ya takipçisi ya da uygulayıcısı oldum. Bu projeler kamu kurumlarına, özel sektöre ya da sivil toplum kuruluşlarına ait.
Öncelikle, proje üretmek ve bu projeleri hayata geçirmek, hatta sürdürülebilirliği sağlamak bir kültür… Malum, bizde ‘göç yolda düzülür’ kültürü daha yerleşik. Geleneksel yaklaşımlarda projeci olma konusunda notumuz zayıf. Yeni jenerasyon proje yapma anlayışına daha yakın. Ancak orda da eksiklerimiz olduğu aşikâr…
“Proje nedir?”i tam olarak öğrenmeden gençlerden proje bekliyoruz. “Proje fikri nasıl oluşturulur?”, “Amaç nasıl belirlenir?”, “Proje bütçesi nasıl yapılır?”, “Uygulanma süreci nasıl çalıştırılır?” ve en önemlisi de “Çıktılar nedir?” sorularını özümsemeden projeler yapmaya kalkıyoruz.
Örneğin, kamu kurumlarında projeler; çoğunlukla mevcut bir kaynağı kullanmak için yapılıyor. İçi boş, benzer jargonla yazılmış, sürdürülebilirliği olmayan, bireysel kaygılarla hazırlanmış, trend olan konuların ele alındığı, PR yapma maksadıyla uygulanan projeler… Oysaki birçoğu için çıktılarına bakıp etki analizi ve etkin bir denetim yapılsa neler çıkar, neler...
Üniversitelerde de durum çok farklı değil. Etki analizi yapıldığında ve uygulamadaki başarı yüzdelerine bakıldığında çoğunlukla sınıfta kalacak projeler… Uygulamaya geçmemiş, geçme imkânı da olmayacak yüksek lisans ve doktora tezleri bunun örneği… Boşa efor ve boşa kaynak kullanımı… Sadece yapmış olmak için ya da sadece akademik kariyer için yapılmış projeler… Artık samimi olalım. Alınan patentlerin ne kadarının uygulamaya dönüştüğüne, ne kadarının sanayide kullanıldığına, üniversite-sanayi işbirliği çerçevesindeki karnemize, ne kadar girişimci yetiştirdiğimize bakalım…
Nispeten daha başarılı projelerin çıktığı özel sektör projelerinde de sıkıntılıyız. Mevcut işlerinin gelişimine yönelik tutarlı ve sonuç odaklı projelerin dışında bazı KSS (kurumsal sosyal sorumluluk) projeleri, çoğunlukla PR kaygısıyla yapılıyor. Sürdürülebilirliği az ya da olmayan, moda kavramların içinde olduğu ve sonuçlarının etkisinin kısıtlı olduğu projelere sıkça şahit oluyoruz.
Bina yapınca proje yapıldığı anlayışı hâkim. Türkiye, sınırsız kaynaklara sahip bir ülke değil. Boşa harcanan kaynak, zaman ve en önemlisi de gelecek nesilleri düşünmeden atılan adımlar… Eğer bir projede illa bina gerekiyorsa; içerideki organizasyonu oluşturmadan, ekosistemini planlamadan yapıyorsan bina ve içindekilerle birlikte çürüyor ve kaynaklar boşa gidiyor.
Proje üretirken ve uygularken öncelikli konularımızı belirlemek ve egodan arınmış olarak ortak akılla hareket etmemiz gerekiyor. Birlikte hareket etmek ve paydaşlığı içimize sindirerek bireysel değil, toplumsal fayda için iş çıkarmamız şart. Sürekli proje lansmanı yapmak, milyonlarca liralık bütçelerle proje kazanmak mühim değil. Önemli olan, bu kaynağı nasıl kullandığın ve amaca uygun sonuçlar… Tribüne oynamak değil, geleceğin inşasına tuğlalar koymak ve onu sağlamlaştırmak.
Pandemi öncesinde binlerce organizasyon yapılıyordu, şimdi de online yapılıyor. Nicelik değil nitelik kısmı gözden kaçırılıyor. Farkındalık toplantılarına ve projelerine çok sayıda konuda doygunluk yaşandı. Uygulamaya dönük neler yapıyoruz, somut çıktılar neler?
Pandemi sürecinin kendimizle yüzleştiğimiz bir dönem olduğunu düşünüyorum. Öyleyse bu yönde bir strateji oluşturarak ‘dijitalleşme’ zorunluluksa ‘mış’ gibi değil, ‘etki analizi’ yapılmış projelerle hareket edelim. Bulunduğumuz coğrafyanın ihtiyaçlarına uygun projeler geliştirelim. Önceliklerimiz ne ise o çerçevede hareket edelim. ‘Ortak akıl’ oluşturmanın, danışmanın, fikir almanın hazzını yaşayalım. Bireysel hareket eden, ‘Ben bilirim’ci yöneticilerimize dikkat edelim.
Hepimizin aklına milyonlarca fikir geliyor; ama önemli olan uygulandığında ne yarar sağlıyor? Yapılan her projenin etki analizini yapmazsak, kaynaklarımız heba olmaya, boşa efor sarf etmeye ve nihayetinde geleceğimizden çalmaya devam ederiz.
YORUMLAR