Geçen ay itibariyle misafir
ettiğimiz Suriyeli sayısı 3 milyon 567 bin 658’e ulaştı. Çeşitli nedenlerle
dünyanın 85 farklı ülkesinden 400 bine yakın sığınmacı ve mülteciyi de sayarsak,
4 milyon kişiyi ağırlıyoruz.
Misafirperverlik Türklerin
kültüründe var. Ama misafirperverliğin bedeli ağır… Verilerin doğru algılanması
için örnek vermek gerek. Türkiye’deki mülteci nüfusu dünyadaki 60 ülkenin
nüfusundan fazla. Örneğin Avrupa Birliği (AB) ülkesi Litvanya ve Slovenya’nın
nüfusu kadar misafir ağırlıyoruz.
Geçen hafta Ankara’da bir
toplantıya katıldım. AB’nin finanse ettiği ‘Türkiye’deki Irak ve Suriye
Krizinden Etkilenen Sığınmacılar İçin Geliştirilmiş Destek Projesi’ kapsamında
‘Medya ve Mülteciler Basın Buluşmaları’ adlı toplantılar serisinde yer aldım.
Toplantılarda ilgili birçok kişiyi dinleme, Türkiye’nin yalnız bırakıldığı bu sorunla ilgili detayları öğrenme imkânı buldum. Sığınmacılar ve Göçmenlerle Dayanışma Derneği (SGDD) Genel Koordinatörü İbrahim Vurgun Kavlak’ı dinleyerek başladık toplantıya. Bizlere Türkiye’nin 2013 yılından beri dünyanın en fazla mülteci ağırlayan ülkesi olduğumuzu hatırlattı. Ve Türkiye’nin neredeyse her kentinde Suriyeli nüfusun yer aldığını belirterek derneklerinin faaliyetleriyle ilgili bilgi verdi.
CUMHURBAŞKANI BAŞDANIŞMANI AKARCA: DÜNYA BU SORUNU
YAŞAMAYA DEVAM EDECEK
Toplantının can alıcı
bilgilerini Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanı Mehmet Akarca verdi. Akarca, göç,
sığınmacı ve mülteci meselesinin dünyanın bugün en ciddi sorunu olduğunu
belirtti ve sıkıntının bundan sonraki yıllarda da devam edeceğini anlattı.
Ekonomik zorluklar, açlık, diktatörlerin halkına zulmetmesi, ayrımcılık, aşiret
kavgaları yaşayan ülkelerden başka ülkelere sığınma hareketliliğinin olacağını
belirten Akarca, bu süreçte gazetecilerin doğru bilgilendirilmesinin önemini
vurguladı.
Yaşanan her olumsuzluğun
ardından ‘Suriyeliler geldiği için böyle oldu’ demenin doğru olmadığını, bu
insanların ölümden kaçıp ülkemize sığındığını anlatan Akarca, Türkiye’nin
dünyaya insan sevgisini öğrettiğini, bunun da bize yakışan bir değer olduğunu
belirtti.
Toplantı arasında Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanı Akarca ile sığınmacılara yönelik girişimcilik eğitimlerini, bu çerçevede yapılması gerekenleri de konuşma fırsatı buldum. Akarca, insani yardımların yanı sıra Suriyelilerin adaptasyonu ve özellikle ekonomiye kazanımları çerçevesinde yeni dönemde çalışmalara hız verileceğini belirtti. Bu çerçevede deneyimlerimizi paylaşmaya hazır olduğumuzu ilettik.
SORUN BÖLGEMİZİ YAKINDAN İLGİLENDİRİYOR
En fazla Suriyelinin bulunduğu Türkiye’deki ilk 10 kentten 3’ü Adana’nın merkezinde yer aldığı Doğu Akdeniz’de. O yüzden konu yayın alanımızda bulunan Adana, Mersin ve Hatay’ı yakından ilgilendiriyor. Suriyeli denince köşe başlarında dilencilik yapan, trafik ışıklarında cam silip mendil satmaya çalışanlar aklımıza geliyor. Suriyeliler elbette bunlardan ibaret değil. Aksine bu grup çok azınlıkta… Sokakta dilenirken gördüğümüz bu kişiler muhtemelen bu durumu meslek edinmiş kişiler. Yani büyük olasılıkla Suriye’de de benzer davranışta bulunanlar. Oysa Suriyeliler arasında nitelikli işgücüne sahip olanlar da var. Mühendis, avukat, öğretmen, doktor gibi meslek erbabı olan çok sayıda Suriyelinin iş hayatına çekilmesi büyük önem taşıyor. Ülkemizdeki misafirler için bugüne kadar barınma, sağlık, eğitim gibi birçok alanda insani yardımlar yapıldı, yapılıyor. Sorunla 8 yılı geride bırakmaya hazırlanıyoruz. Ancak bundan sonraki süreçte göç ve mülteci akınının ekonomiye kazanımları yönünde çalışmamız gerekiyor. Suriyeli istihdamıyla ilgili bazı düzenlemeler yapıldı. Bu çerçevede Türkiye İş Kurumu’nun etkin çalışmalar yaptığını biliyoruz. Hatta konfeksiyon, mobilya gibi emek yoğun işlerde önemli katkı sağladıklarını biliyoruz. Bir dönem Almanya’nın ekonomik büyümesinde göç ve mültecilerin olumlu katkı sağladıklarını biliyoruz. Türkiye de bu olumsuzluğu olumluya dönüştürme çerçevesinde daha fazla proje üretip sürdürebilir.
PEKİ, NE YAPABİLİRİZ?
Medya temsilcilerini
mültecilerle ilgili kurum ve yetkililerle bir araya getiren etkinlikte Mülteci
Destek Derneği (MUDEM) Genel Koordinatörü Safa Karataş, AB Türkiye Delegasyonu
Başkanı Büyükelçi Christian Berger, AB Delegasyonu Uluslararası Sorumlusu
Pierre Yves Bellot, UNICEF Türkiye İletişim Bölümü Başkanı Sema Hosta, Kanal D
Ankara Temsilcisi Ercan Gürses, Habertürk Yazarı Muharrem Sarıkaya ve konusunun
uzmanı birçok değerli ismi de dinledik.
Toparlamam gerekirse;
1) Türkiye, mermilerin,
bombaların altında kalacak insanlara kucak açtı. İnsan hakları savunucusu
ülkelerin sınırlarını kapattığı, Aylan bebeğin sahile vurduğu bir dönemde
sınırlamadan, ayrım yapmadan her insana kapımızı açtık.
2) Zengin bir ülke olmamamıza
rağmen ekmeğimizi paylaştık. Elimizden geleni, hatta fazlasını yaptık, yapıyoruz,
yapacağız.
3) 8 yıldır sürekli misafir
kabul ediyoruz. Barınmadan sağlığa, eğitimden güvenliğe kadar insani yardımları
yerine getirdik. Şimdi olumsuz tablodan olumluya geçiş sürecini başlatma zamanı
geldi. Ekonomimizi birlikte büyütecek adımlar atabiliriz.
4) Bu insanların ülkemize bir
zorunluluktan sığındığını unutmayalım. Tamamını ‘dilenci’, ‘hırsız’, ‘asayişi
bozan’ olarak gören önyargıdan vazgeçelim. Ekonomi dâhil kötü giden her şeyin
sorumlusu olarak onları ilan etmeyelim.
5) Özellikle işgücüne
katılımlarına destek verelim. Einstein’ın dediği gibi, “mülteciler yeni bir
ülkeye yalnızca bavullarıyla gelmezler”. Belki tamamına kamuda ya da özel
sektörde iş bulma imkânımız olmayacak. O zaman hizmet, bilim üretmelerine
fırsat verelim. İnovatif girişimci olmalarına olanak sağlayalım.
YORUMLAR