Gazetecilikte 30 yılı geride bırakıyorum. Bunun 20 yılı ekonomi gazeteciliyle geçti. 10 yıldır da ekonomi gazetesi Refleks’i yönetiyorum. Öncesinde 4 yıl yine ekonomi gazetesi olan Gözlem’de yazarlık, 6 yıl da Adana Sanayi Odası’nda basın danışmanlığı yaptım. Ayrıca iş hayatımın son döneminde TÜRKONFED başta olmak üzere bazı iş dünyası sivil toplum kuruluşlarının basın danışmanlığı da var.
İlk takip ettiğim basın toplantısı, 1989 yılında Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı (Merhum) Yusuf Bozkurt Özal’ın katıldığıydı. O yıldan bugüne hükümetlerin ekonomi yönetimlerini izledim. Ekonomi haberi yazdım, danışmanlığını yaptığım kuruluşlara raporlar hazırladım.
Demem o ki ekonomiye 30 yıllık aşinalığım var. 30 yılda gerek Türkiye gerekse dünyada çok şey değişti.
Bu süreçte Türkiye ekonomisinde yaşadığımız iniş ve çıkışlardan, hayli renkli anekdotlar biriktirdik. Üç basamaklı enflasyonları, gecelik yüzde 7 bin 500 faiz oranlarını yaşadık. Büyüme rekorlarını da gördük, eksi büyümeyi de tecrübe ettik. Başbakana esnaf yazar kasa, cumhurbaşkanı anayasa kitapçığı fırlattı. 1991 Körfez Krizi’ni, 2001 ve 2008’deki ekonomik krizleri yaşadık. Bugün de hızla yükselen dövizin ekonomimizde yarattığı tahribatla krizdeyiz.
Gazeteciliğim sürecinde yaşanan her kriz sonrası ekonomi yönetimlerinin aldığı önlemleri haberleştirdik. Ancak ilginçtir, son yaşadığımız döviz yükselişinde alınması gereken önlemlerden, bir an önce yapılması gereken reformlardan çok, ortaya çıkan kötü tabloyu birilerine fatura etme çabasına girdik.
16 yıllık Adalet ve Kalkınma Partisi yönetiminde ekonomideki büyümeyi veriler zaten söylüyor. Başlangıçta mali disipline uyulması, kamu yatırımları, özel sektörü büyütmeye yönelik politikalar olumlu sonuç verdi. Türkiye neredeyse her yıl dünya büyüme ortalamasının üzerinde büyüdü.
Ama hatalar da yapıldı. Bugün bu hataları düzeltme yerine ortaya çıkan sonucu dış mihraklara yüklemek hem doğru değil hem de faydasız.
Birçok sektörü hareketlendirmesiyle bilinen inşaata, olması gerekenden fazla kaynak ayrıldı. Üretime ayrılması gereken kaynak, gösterişli yaşam alanlarına, rezidanslara, havuzlu sitelere gitti. Son dönemde kamu, mali disiplini zedeleyecek harcamalar yaptı. Buna vatandaş da uydu. Konuttan otomotive, beyaz eşyadan cep telefonuna kadar lüks tüketimde rekorlar kırıldı. Borçlanma esaslı bu harcamalarla ekonomi büyüdü. Diğer yandan özelleştirme hızla devam etti. Buradan elde edilen milyar dolarlar ar-ge, üretim ve eğitim yatırımları yerine, açıkların kapatılmasına rantabl olmayan yatırımlara harcandı.
Tarım, özellikle de hayvancılık göz ardı edildi. Samandan ete kadar birçok tarımsal ürünü ve gıdayı ithal eder hale geldik. Dünyada organik tarım trend olurken, kendi türlerimizi geliştirmek yerine ithal menşeli tohumlarla, ilaçla, gübreyle üretim yapmaya çalıştık. Devlet alım garantili büyük projeler yaptık. Fena olmadı. Ama aralarında çok sayıda, hesapsızca hayata geçirilenler de oldu.
Savunma sanayiinde yakalanan yerlileştirme başarısı ilaç, kimya, yazılım gibi ana sektörlerde elde edilemedi. Üniversite-sanayi işbirliğinde arzu edilen mesafe kat edilemedi. Eğitim sistemindeki sık değişiklikler gençler üzerinde olumsuz etki yarattı. Eskiden akla en son gelen memuriyet, zorlu bir sınavla elde edilebilen bir ‘başarı’ haline geldi. Girişimcilik, patron olmak gençlerimizin hayalleri arasından çıktı. Çocuklarımızı üretmeye, girişimciliğe yöneltmek yerine sadece sınav başarısı esaslı bir eğitim sistemi çalıştırıldı. Onları kolaycılığa, rahatlığa, sürekli tüketmeye yönlendirdik.
Yatırımları ürküten uygulamaları ortadan kaldıramadık. Son 16 yılda kamu ihale kanununda yüzlerce kez değişiklik yaptık. Uluslararası yatırımcının ilk baktığı alan olan yargıda gerekli reformları yapmakta geciktik.
Her yıl artan ihracatımıza sevindik. Oysa içeriği üzerine çok çalışmadık. Bütün sattığımız ürünler içerisinde yüksek teknolojili ürünlerin oranını yüzde 5’e bile çıkaramadık. Yani yüksek teknolojili ürünler ihracatında 102’nci sıra ile 10 büyük ekonomi arasına nasıl gireceğimizle ilgili strateji geliştirmedik. En önemlisi de, “Bu ürünü Türkiye’den almazsam başka hiçbir yerden alamam” dedirteceğimiz ne bir markamız ne de bir icadımız oldu.
Bunları yapabilmiş olsa idik, daha güçlü bir ekonomiye sahip olacaktık. İçeride ve dışarıda gelişecek olaylar karşısında ekonomimiz bu denli sarsılmayacaktı.
Ama hâlâ sorunları çözebiliriz. Yapmamız gereken tek şey, birbirimizi ya da dış mihrakları suçlamayı bırakıp aynı hedefe odaklanmak.
YORUMLAR