Ardı ardına harpler milleti
bitirmişti.
Köyler yanmış, bağlar harap
olmuştu. Yokluk, yoksulluk memleketin her yanına işlemişti.
Rusya’nın buğdayına,
Romanya’nın ununa muhtaçtık.
Cumhuriyet ilan edileli henüz
iki yıl olmamıştı.
Tarih, 27 Ocak 1925’ti.
Atatürk, Mersin’deydi.
Yanındakilere, “Milli
ekonomiyi evvela tarımla büyütebiliriz. Ama bu iş, sabanla değil makinelerle,
iyi tohumla, iyi hayvan ırkıyla, ilimle, fenle olur. Bir çiftlik alıp orada
milletime örnek olacak işler yapılsın istiyorum. Var mı uygun bir yer?” dedi.
Etrafındakiler birbirine
baktı. Aralarından biri, “Silifke’de hazineden satılan bir yer var, paşam”
dedi.
Atatürk, bir gün sonra
Silifke’ye gitti.
Satılık olan çiftlik,
bakımsız ama içerisinde temiz su kaynağı bulunan 12 bin dönümlük bir araziydi.
Sadık Taşucu’ya araziyi
alması için vekâlet verdi.
Ankara’ya döner dönmez 36 bin
liraya satın alınan ve bedelini kendi cebinden ödediği çiftlikte neler
yetiştirilebileceğine kafa yordu.
Yurtdışından kaliteli pamuk
tohumu getirtip Silifke’ye gönderdi. Çıkan pamuk uzun elyaflı ve kaliteliydi.
Bunlarla birlikte jüt, keten gibi lifli ürünleri de ektirmişti.
At, keçi, tavuk, inek, koyun
gibi hayvanların seçme ırkları bu çiftlikte çoğaltılmaya başlanmıştı.
Traktör ve tarım makineleri
Anadolu’da ilk kez burada kullanılmaya başlanmıştı.
Her üründe hasat çok iyiydi.
Çıkan hasadı depolanacak yerler yapılıyordu. Silifkeli, Gülnarlı, Anamurlu,
Mutlu köylüler bu çiftlikte çalışmaya başlamıştı. Burada öğrendikleri modern
tarımı, deneyimlerini kendi bölgelerine taşıyorlardı.
Atatürk, 10 Mayıs 1926’da
tekrar Mersin’deydi.
Aklı, ‘Silifke Tekir
Çiftliği’ndeydi.
Bir an önce çiftliğine gitmek
istiyordu.
İyi haberler alıyordu ama
Ankara’dan verdiği talimatlarla ne kadar mesafe alınabilmişti?
12 Mayıs akşamı çiftliği
satın alması ve işleri takip için vekâlet verdiği Sadık Taşucu’nun evine gitti.
Geceyi orada geçirdi. Sabah uyanır uyanmaz çiftliğine geçtiler.
O gün Atatürk’ün sevinci bir
çocuğunkiyle aynıydı.
Çiftlik hayvanlarıyla
ilgilendi. Traktöre binip hasat yaptı.
“Bu çiftlikleri Anadolu’da
çoğaltmalıyız. Milletim bunlardan örnek ve feyz almalı. Ama bunları ziraat
mektepleriyle beslemek gerek” dedi yanındakilere Mersin’e dönerken.
Tarih, 1937’nin 23 Haziran’ıydı.
Atatürk, eline kalemini aldı.
“Başvekâlete” diye bir dilekçeye başladı.
Özetle, “Çiftliklerimle
amacın hâsıl olduğunu düşünüyorum. Millete örnek olacak iyi işler çıkarıldı”
diye yazdığı dilekçesinin son satırı şöyleydi:
“Tasarrufum altındaki bu
çiftlikleri, bütün tesisat, hayvanat ve demirbaşlarıyla beraber hazineye hediye
ediyorum.”
Tarımın stratejik bir alan ve
ekonominin temeli olduğunu algılayan, O’nun kadar bu alana önem veren bir
liderimizin daha olduğunu sanmıyorum.
Atatürk’ten sonra hiçbir
zaman “köylü, milletin efendisi” olamadı. Hatta tarımla uğraşanlar hor görüldü,
destek verilmedi.
O yüzden bugün İsrail’in
tohumuna, Fransız’ın fidanına, Uruguay’ın angusuna, Çin’in sarımsağına,
Bulgaristan’ın samanına muhtaç oluyoruz.
Küçümseyip hor gördüğümüz
tarımla Çukurova kadar tarım arazisi bulunmayan Hollanda 107 milyar dolar, biz
Türkiye olarak 18 milyar dolarlık tarım ihracatı yapabiliyoruz.
Tarıma, ‘Atatürk ruhu’
üflenmeden olmayacak.
NOT:
Atatürk’ün Silifke’deki
çiftliğinin akıbetini merak ettiniz mi? Sizce ne olmuş olabilir:
a) Dünyanın en kapsamlı tarım
müzelerinden biri haline getirildi.
b) Tarımsal araştırmalar
merkezi oldu.
c) Suriyelilere tahsis
edildi. |
YORUMLAR