6 Şubat depremlerinin en fazla yıkıma neden olduğu kentlerden biri de Hatay.
Kayıtlar, 23 bin 65 kişinin depremde hayatını kaybettiğini yazıyor.
Yıkılmış ve ağır hasarından dolayı yıkılmayı bekleyen yaklaşık 100 bin bina var.
Hâlâ enkaz tamamen kaldırılabilmiş değil.
Merkez ilçelerde bozulan altyapı nedeniyle su kesintileri yaşanıyor.
Salgın endişesi var. Sağlık hizmetlerinde aksaklıklar yaşanıyor.
Barınma en büyük sorun. Onu işyeri ve okul binası olmaması izliyor.
Hatay Büyükşehir Belediyesi Başkanı Doç. Dr. Lütfü Savaş, “İş yükümüz 12 kat arttı. Tek başına bu sıkıntıların altından kalkabilmemiz mümkün değil. Hatay, bir an önce ‘Özel Afet Bölgesi’ ilan edilsin” diyor.
Hükümet, birçok bakanlık birimiyle Hatay’da… Ancak 6 ay geçmesine rağmen enkazın dahi tamamen kaldırılamamış olması bölge insanını umutsuzluğa sürüklüyor.
Çoğu Hataylı, hükümetin ‘CHP’li belediyelere prim yaptırmamak’ için yerel seçime kadar şehirlerine hizmet etmeyeceğini düşünüyor.
Öte yandan mevcut CHP’li belediyelerin de bu durumu bahane ederek gerekli çalışmayı yapmadığını, çabada yetersiz kaldıklarını düşünenler de az değil.
Herkes Hatay’da önceliğin üretime, ekonomiye verilmesinde hemfikir ama burada da koordinasyonsuzluk had safhada…
Hatay Havalimanı çalışmıyor.
Depremde canını zor kurtaran, şehrini terk etmek zorunda kalan iş insanları Hatay’a dönmek istiyor ama onlar da barınma dâhil türlü güçlüklerle karşı karşıya kalıyor.
Yıkılan işyerlerini kendi imkânlarıyla da olsa ayağa kaldırabilmeleri mümkün değil. Zira bürokratik işlemler ve izinlerle ilgili sorunlar devam ediyor.
Kredibilitesi, ipoteği olmasına rağmen bankalar depremzede iş insanına ‘Kaynak yok’ diyerek kredi vermiyor.
Depremde çalışanlarını kaybeden işletme sayısı çok fazla. Hemen her sektörün çalışabilecek bir ekip kurabilmesi mümkün değil.
Tüm bu olumsuzluklara rağmen Hataylı iş insanları şehirlerine yatırım yapmaya kararlı.
Çünkü üretimi olmayan bir şehrin bırakın altyapıyı, üstyapı sahibi olmayacağını biliyorlar.
O yüzden ısrarlılar.
Antakya’nın en başarılı kadın girişimcilerinden biri Gülay Gül…
Antakya’nın defne sabununu ve kozmetik ürünlerini ‘Verdaa’ markasıyla üretiyor, dünyaya ihraç ediyordu.
Restore ettirdiği Osmanlı’dan kalan son sabunhanede üretim yapıyordu. Kurtuluş Caddesi’ndeki işletmesi depremde tamamen yıkıldı. İşletmesinden anı niyetine de olsa tek kalıp sabun alamadı.
Felaket sonrası çocuklarıyla birlikte Ankara’da bir yakınının yanında kalmaya başladı.
Ancak aklından bir gün olsun ne Antakya’yı ne de çocuğu gibi büyüttüğü markası Verdaa’yı çıkardı.
Hâlâ Antakya’ya gelip gidiyor. İşletmesini yeniden faaliyete geçirebilmek için çırpınıyor.
Ancak henüz alabildiği herhangi bir mesafe maalesef yok.
Yurtiçi ve yurtdışındaki müşterileri ‘Verdaa’ markalı defne sabunlarını ve şampuanlarını talep ediyorlar ama ulaşamıyorlar.
Gülay Gül, aynı zamanda bir STK gönüllüsü.
TÜRKONFED çatısı altındaki Doğu Akdeniz Sanayi ve İş Dünyası Federasyonu’nun hâlâ başkanlığını sürdürüyor.
Kendi mağduriyetiyle birlikte görev aldığı STK üyelerinin sorunlarını çözebilmek için de uğraş veriyor ama yapabilecekleri sınırlı.
O yüzden üzgün, şaşkın ama umutlu.
TÜRKONFED Başkanı Süleyman Sönmez’le dostluk hukukumuz var. Buna dayanarak kendisine bir öneride bulunayım:
Bir federasyon başkanınızın, üstelik kadın olan bir girişimcinin, hem de geleneksel bir ürünü onlarca ülkeye ihraç başarısı sağlamış bir yatırımcının bugün yanında olmalısınız.
Elbette depremin tek mağdur iş insanı Gülay Gül değil. Ama sembolik olarak Gülay Gül’ü desteklemelisiniz.
Verdaa’nın Antakya’da tekrar üretime geçmesi önemli.
Bir TÜSİAD üyesi, Verdaa’nın geçici melek yatırımcısı olabilir.
Hatta TÜSİAD’ın her bir üyesi Hatay’ın başarılı ancak depremle faaliyeti duran işletmelerine geçici melek yatırımcı olabilir.
12 milyon işletmeyi çatısı altında bulunduran, Türkiye’nin en büyük iş dünyası STK’sı TÜRKONFED’in her bir gönüllüsü, sabun ve kozmetik ihtiyacını Verdaa’dan temin edebilir.
Hatta TÜRKONFED’li şirketlerin tedariklerini deprem bölgesindeki şirketlerden temin etmesi için çağrı yapılabilir.
Bu tutum, üretmek isteyen Hatay’a verilebilecek en güçlü, en sürdürülebilir destek olur.
+
Sığınmacılar ve Çukurova!
Sümerler, Mezopotamya’da dünyanın en uygar ve refah içerisinde yaşayan toplumdu.
Ülke Akad kavminden yoğun olarak göç aldı.
Sümerlilerin bazıları bu göçü istemedi. Ancak yöneticiler ve halkın çoğunluğu ucuz işçiye kavuştukları için mutluydu.
Mutluluk 100 yıl sürdü.
Akad nüfusu Sümer nüfusunu geçti. Göçle gelenler yerli halkı öldürdü.
İktidar oldular. Koca uygarlık çöktü.
Son kalan bir Sümer bilgesi kil tablete şöyle yazdı:
“Fark edemedik, geç kaldık. Tanrım, bizi affet. Bizden sonra gelenler bu tableti okuyup ders alsınlar.”
Bunu neden yazdım?
Adana’da 359 bin Suriyeli sığınmacı var. Mersin’deki 415 bin Suriyeliyi ve başka uyruklu kişileri de eklerseniz iki kentteki sığınmacı sayısı 1 milyon.
Yabancıların doğurganlık oranıyla 2040 yılına gelindiğinde Adana ve Mersin’de çoğunluğu Suriyeli olmak üzere 3 milyon sığınmacı olacak.
Adana ve Mersin’in kanalizasyon altyapısı kendi nüfusuna dahi yeterli değil.
Trafik keşmekeş.
Kiralar ateş pahası.
Uyuşturucu kullanımı Türkiye ortalamasının üzerinde.
Hastaneler adeta Suriyeli hastalar için seferber olmuş durumda.
İki şehrin sahillerinde plajlar neredeyse tamamen Suriyelilere tahsis edilmiş durumda.
Bu bedeli ağır olacak sorunla ilgili bir çalışma var mı?
Yoksa gündem, sadece kazanılması gereken yerel seçim mi?
+
Şakirpaşa Havalimanı’nın akıbeti ne olacak?
Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Abdulkadir Uraloğlu…
Dalgın olabilir.
Ama Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı dinlemiyor olabilir mi?
Ne demişti Sayın Erdoğan?
“Havalimanı konusunda Adanalı ne diyorsa onu yapacağız.”
Adanalı, Şakirpaşa Havalimanı’nın kapanmasını istemiyor.
İyi Parti Adana Milletvekili Bilal Bilici, Cumhurbaşkanı’nın sözünü referans alarak soru önergesi verdi:
“Şakirpaşa Havalimanı’nın genişletilmesi ve çağdışı kalmış terminal binasının revizyonuyla ilgili hazırlanan bir proje var mıdır, varsa ne aşamadadır?”
Bakan soruyu yazılı yanıtladı:
“Çukurova Havalimanı, Adana’ya 30 km, Mersin’e 45 km olması nedeniyle sadece Adana’ya değil, Mersin’den Osmaniye’ye kadar 5 milyona yakın nüfusa sahip önemli endüstriyel ve ticari faaliyetlerin gerçekleştiği geniş bir bölgeye hizmet vermesi beklenmektedir.”
Bu, ‘Dam üstünde saksağan, vur beline kazmayı’ babındaki cevabı analiz edeyim.
1) Bakan Uraloğlu, soruyu anlamamış.
2) Cumhurbaşkanı’nın sözü Bakan Uraloğlu için bir anlam ifade etmiyor.
3) Bakan Uraloğlu, soru önergelerini Karadeniz fıkralarıyla yanıtlıyor.
4) Bakan Uraloğlu, Adanalıyla dalga geçmiş.
5) Adana Şakirpaşa Havalimanı’nın kapatılmasına çoktan karar verilmiş.
Sizce?
+
Yeni Adana gazetesine veda ettik
Adana’da Cumhuriyet’in bir ışığı söndü.
Kimse umursamadı.
Yer yerinden oynar diye düşünmüştüm, ‘çıt’ çıkmadı.
105 yıllık ‘Yeni Adana’ gazetesi baskıya son verdi.
Fransız askerleri Adana’yı işgal etmişti.
İlkin, okullarda ve resmî kurumlarda asılı Türk bayrağından rahatsız oldular. İndirttiler.
Türk jandarmasının fesindeki ‘Ay-Yıldız’a dahi tahammül edemediler. Kaldırttılar.
Sonra Ermeni komşularımızı kışkırttılar. Onlara taşkınlık yaptırttılar, kiliselerinde Müslüman kesmelerine göz yumdular.
Fransızlar, gülüyor, eğleniyorlardı.
Taşköprü önünde fotoğraf çektirip Paris’teki ailelerine kart atıyorlardı.
Kartların arkasına, “Parisliler, müjde! Giydiğiniz elbiselerin pamuğunu dert etmeyin, dünyanın pamuk cenneti artık bizim” yazıyorlardı.
Adana Valisi Fransız olmuştu.
Sanayi ve ticaret odasının, borsanın yönetimleri Türklerden Ermeni, Yahudi ailelere teslim ediliyordu.
Türkler çarşıda pazarda, caddede sokakta hakarete maruz kalıyordu. Dövülüyor, öldürülüyorlardı.
Türkler arasında Fransız valiye yavşaklık yapanlar da türemişti. Onlar da yandaş nüfuzu kullanıyor, resmi dairelerde görev alıyor, tarlalara konuyor, fabrikalara ortak ediliyorlardı.
Ahmet Remzi…
Öğretmen okulu mezunu bir gençti.
İşgale isyan etti.
“Burası bizim yurdumuz” dedi.
“Birlik olursak sileriz düşmanı” dedi.
‘Adana’ gazetesini çıkardı. Halka, “Direnin” çağrısında bulundu.
Yurdun dört bir yanında kurulmaya başlayan Kuvâ-yı Milliye’nin Adana teşkilatlanmasına destek oldu.
Çok geçmedi. Adana’daki Fransız yönetimi onun bu çabalarını fark etti.
Matbaasını bastılar. Kurduğu ‘Adana’ gazetesini kapattılar.
Hakkında idam fermanı çıkardılar.
Kadın kılığında şehirden çıktı.
Katır sırtında çıkardığı hurufat ve matbaa makinesiyle Toros dağlarında bu kez ‘Yeni Adana’ gazetesini bastı.
Türkleri birlik olmaya teşvik eden, kurtuluş umudu taşıyan ateşli yazıları Fransızları çileden çıkarıyordu.
Bir atıl vagonu kendine matbaa yapmıştı.
Kâğıdı sınırlıydı.
Matbaa boyası tükenmişti.
Yılmadı.
Çam dallarını yaktı. Kömürünü ufaladı. Bezir yağıyla karıştırıp matbaa boyası yaptı ve Yeni Adana’yı çıkarmaktan vazgeçmedi.
Yeni Adana, kurtuluşun gazetesi olmuştu.
Akılcı, cesaret veren yazıların halkta tesiri büyüktü.
Gazete en karanlık günlerde Türklerin feneri olmuş Çukurova’yı aydınlatmıştı.
Son düşman askerinin Çukurova’yı terk ettiği güne kadar ateşli, akılcı, birleştirici yazılarına devam etti Yeni Adana.
Ve Cumhuriyet kurulmuştu.
Yeni Adana, Cumhuriyet’in faziletini, Mustafa Kemal’in devrimlerini en iyi anlayan ve okurlarına anlatan gazetelerden biri oldu.
Kurtuluşun gazetesi artık kuruluşun da gazetesiydi.
Cumhuriyet’in Güney’den parıldayan yıldızıydı.
Cumhuriyet’in 100’üncü yılında, Cumhuriyet Halk Partili bir büyükşehir belediyesi başkanının kentinde Yeni Adana gazetesi kapandı.
Başka sözüm yok.
YORUMLAR